Avrupa Festivaller Birliği Konferansı’nda
Ahmet Say’ın  yaptığı “açış konuşması”.

Bu yıl konferansın ana konusu  “Globalleşen Dünyada Festivaller”di.
(Antalya, 25 Nisan 2008)


    Değerli konuklar,

   Sizinle Antalya’da buluşmaktan mutluluk duyuyoruz. Türk aydınlarının gözünde festivaller, seçkin etkinlikler dizisi olmakla kalmaz, yüksek sanat gücünü temsil eden sanatçıların bütününden yeni, değişik bileşimler elde etme yaratıcılığını sergiler. Bizce her festival, kendi orijinalitesiyle belirli bir kimlik taşır.

   İzin verirseniz burada benim yapacağım konuşmayla ilgili bir teknik ayrıntıyı açıklayayım: Dört dilden yapılan simultane çevirinin akışı ile benim söylediklerimin örtüşmesini sağlamak için, tercih etmediğim halde konuşma metnini okumak durumundayım.

   Türkiye’de bu konferansı düzenleyen Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’nü yöneten değerli dostlarım, bir müzik tarihçisi olarak benden, Anadolu’nun tarihten kaynaklanan orijinal bir yönünü anlatmamı istediler. Ben de Anadolu’da 13. yüzyılda gelişen hümanist kültür hareketinin yükselişindeki felsefi ve sanatsal boyutları açıklamayı planlıyordum. İnsan değerlerini savunma açısından çok ileri olan, üstelik Avrupa’daki Renaissance’tan iki yüzyıl önce yaşanan “Anadolu Hümanizmi”nin heyecan verici özellikleri arasından herhangi bir ayrıntının Avrupalı dostlarımıza beklenmedik yaratıcı ipuçları sunabileceğini düşünüyordum. Çünkü köklü kültürlerin izlerinden yararlanmayı bilen günümüz aydını, eski çağlardan kalma bir ışıltıyı çağdaş bir anlayışla 21. yüzyıla taşıyabilir umudundaydım.

   Değerli dostlarım, EFA’nın düzenlediği bu konferansın teması “Globalleşen dünya”yı öne çıkardığı için, daha önce hazırlığını yaptığım “13. Yüzyıl Anadolu Hümanizmi” başlıklı konuş-mayla bu konferansın teması arasında çizilecek paralellerin soyut özellikte kalacağını ve pek anlaşılamayacağını düşündüm. Bu konuşmamda, “globalleşme” kavramına Türk aydınlarının nasıl baktığını özetlemek istiyorum.

   Saygıdeğer dostlarım, Antalya’da bulunduğunuz birkaç gün içinde, kısa ama ilginç geziler yapacağınızı tahmin ediyorum. Bu fırsatla hem Anadolu’daki antik uygarlıklardan hem de ortaçağdan etkileyici eserlerle karşılaşacak, bütün insanlığın malı olan kültür mirasının örneklerine sıkça rastlayacaksınız. Amfiteatr’ları geçelim, kırda gezerken gördüğünüz ve merak ederek elinize aldığınız bir taş bile size birkaç bin yıl öncesinden seslenebilir; tiyatroları, odeonları düşündürebilir. Şu hususu da ekleyeyim: Sadece gezdiğiniz bu yöre değil, Anadolu toprakları bütünüyle bir açık hava müzesi gibidir, bunu Anadolu’da gezerken attığınız her adımda görebilirsiniz.

   Değerli dostlarım, üzerinde bulunduğumuz topraklarda M.Ö. 8. yüzyılda kör bir lir çalgıcısı olan destancı Homeros yaşıyordu. Ondan birkaç yüzyıl sonra ise evrenin oluşumundaki ana maddeyi araştıran Thales, Herakleitos, Demokritos gibi felsefenin ilk temsilcileri yaşıyordu. Thales M.Ö. 585 yılının 28 Mayıs gününde güneş tutulması olacağını hesaplamış ve önceden bildirmişti. Herakleitos, “Evren, akıp giden bir süreçtir; aynı ırmakta iki kez yıkanılamaz, çünkü ırmak akıp gidiyor, değişiyor, evrende her şey değişiyor” demişti. Demokritos’a göre “varlık”, görülmeyen en küçük parçacıklardan oluşmuştu. Demokritos bu parçacıklara, “bölünemeyen” anlamında “Atom” diyordu.

   Bu gibi örneklerden dersler çıkararak biz “globalleşme”yi, insanlığın yarattığı çok yönlü kültür değerlerinin bütünü olarak anlamak istiyoruz. Sizinle benzer görüşlerimiz olmayabilir, ama en azından sizin için yeni tartışma konuları geliştirebilmeyi kazanım sayarız. Demokritos, “Bir tanıt bulmayı, Pers kıralı  olmaktan üstün tutarım” diyordu.

   Biz, “Globalleşen dünyada festivaller” başlığını, sıkça kullanıldığı için alışılmış, ama düşünülmeden yan yana getirilmiş kelimeler olarak görüyoruz. Değerli dostlar, bilirsiniz ki “globalleşme” sözcüğü, günümüzde her yöne çekilebilen, herkesin işine geldiği gibi kullandığı bulanık bir kavram.

   Herhangi bir Avrupalı, gündelik hayatın dayattığı yorgunluk ve umursamazlık içinde, bu tür sözcükler üzerinde düşünmek gereğini duymayabilir. Öte yandan, ileri insanlığa öncülük eden Avrupa kültürünün, düşüncede ve yaratıda sıradanlığa yer vermediği de açıktır. Festival gibi seçkin sanat etkinliklerinin sergilendiği yaratıcılık ortamını belirten kelimelerin yanında bu tür bulanık ifadelerin pek yakışmadığını düşünüyoruz.   

   Kimilerine göre “globalleşme”, “insan”la ilgili her çeşit değerin standardize edilerek bütün dünyaya benimsetilmesi, böylece söz konusu tekdüze değerlerin bütün dünyada yaygınlaş-masıdır. Kimilerine göre “global” özellik, “olimpiyatlar” gibi uluslararası katılımla gerçekleşen bir olgudur. Kimilerine göre ise büyük balığın küçük balığı yutmasını simgeleyen bir slogandır.

       Bu tür tanımların yerinde olmadığını düşünüyoruz:

   “Standardize edilmiş insan değerlerinin bütün dünyaya benimsetilmesi” görüşü, hayata geçmesi olanaksız bir tezdir. Böyle bir girişim, belirli bir besin çeşidinin konserve edilerek bütün insanlar tarafından tüketilmeye zorlanmasına benzer. Biliyoruz ki, her toplum, her ulus, her etnik grup, kimliğini belirleyen kültürel değerleri tarih içinde üretmiş, onları geliştirerek günümüze ulaşmıştır. Tarih tekerini geriye çevirerek geçmişe dönmek ve geçmişin oluşumlarını yeniden yönlendirmek olanaksızdır.

   Olimpiyatlar gibi uluslararası katılımla yapılan yarışmalar “globalleşme” anlamına gelemez. Orada ayrışma vardır. Çünkü orada her ulus, kendi bayrağını yükseltebilmek için yarışır.

   Globalleşmeyi, “büyük balığın küçük balığı yutmasını sembolize eden bir slogan” olarak da düşünemeyiz. Çünkü güçlünün zayıfı yutması olgusu yalnızca günümüzün sorunu değildir, tarih boyunca hep vardı. Bu noktada “büyük” ya da “küçük” için önemli olan, çağdaş Türk şairi Orhan Veli’nin belirttiği gibi, “Biz balık değiliz!” diyebilmektir.

   Tarihin bize öğrettiği bir gerçeği hatırlayalım: Dünyaya egemen olmayı tasarlayan savaş ustası ünlü komutanların girişimleri hep hüsranla sonuçlanmıştır:

   Çağının “bilinen dünya”sını fethetmeye niyet eden Büyük İskender, uzun seferlerden usanan askerleri gibi umutsuzluğa kapıldığında, hastalanarak 33 yaşında hayattan ayrılmıştır. Romalılar Akdeniz’i imparatorluğun bir gölü haline çevirmekle kalmamış, Ortadoğu’nun tamamını ve Avrupa’nın büyük bir bölümünü sınırları içine almış, ama günün birinde tarihten silinmiştir. Avrupa’da hemen bütün ülkelere büyük bir iştahla saldıran Napoleon’un Rusya seferi, Moskova önlerinde 110.000 Fransız askerinin ölümüyle sonuçlanmıştır.

   Globalleşmenin varacağı sonuçları anlatan çarpıcı bir örnek, kuşkusuz ki Charlie Chaplin’in “Büyük Diktatör” adlı filminde yer alan etkileyici sahnedir: Diktatör, eline aldığı büyükçe bir balonla oynamak niyetindedir. Üzerindeki ayırt edici renklerden de belli olduğu gibi bu balon, kıtaları ve okyanuslarıyla dünyamızın minik bir benzeridir. Diktatör balonu havaya atarak oyuna başlar. Balon düşmekteyken ona kafa atar, yerine göre omuz vurur, koluyla, diziyle dokunup yeniden yukarı iter. Oyun böyle sürerken balon patlayıverir. Diktatör, artık işe yaramaz yırtık bir lastik parçasına dönüşen balonu yerden kaldırır, onun bu halini yüzünü buruşturarak gözden geçirir. İçerdiği komikliklerle başlayan sahne, hüzünlü bir şekilde biter…

   Değerli konuklar, sayın sanatçı dostlarımız; Türk aydınları olarak “globalleşme ve festivaller” konusunda bizim belirtmek istediğimiz düşünceler şöyle özetlenebilir: Kökleri antik çağdan beslenen ve bizim birçok yönüyle örnek aldığımız Avrupa kültürü, eğer 21. yüzyılda “globalleşme” kavramını insan değerlerinin standardize edilmesi olarak anlıyorsa, bu kavrayıştan kaynak-lanacak festivallerin yaratıcı kültürel katkılar getirmesi olanaklı değildir. Soralım öyleyse: Festivalleri neden konuşuyoruz?

   Saygılarımla.

Ahmet Say
25 Nisan 2008

   
 
 
  | 2008© Ahmet Say |
| Site Danışmanı:Kemal Çifçi |